Özgürlük

“Sadece inan” demişim kendime, neredeyse yedi yıl önce. Buna rağmen mantığı ve düşünceyi her daim ön planda tutan ya da tuttuğunu sanan ben, alışkanlığın getirdiği tuhaf kabullenmelere rastladıkça zihnimdeki her köşe başında, özgür düşüncenin bugüne kadar benim için tam anlamıyla var olmadığını anlıyorum. Onun yerini alan bir varlığın var olduğuna kendimi ikna etmişim, olmama ihtimalini öylece sorgulayıp, başarısız olup, tekrar özüme dönmeyi bekliyormuşum. Herkesten önce kendine karşı dürüst olmalı ya insan; ben, sanki başaramamışım.

Bugüne ancak bugün, yirmi iki yaşına bastığımda mı gelmem gerekiyordu sahiden? O yedi yılı nerede, ne yaparak kaybettim ben?

İnancımı, ya da inançsızlığımı, çekinmeden söylemeye çalışıyorum artık. İhtiyaç duyduğumda, gücümün yetmediği durumlarda sığınabileceğim yeni evrenler var. İnsanlara, insanlığa, canlı veya cansız tüm varlıklara bakış açım değişiyor, sevmeyi öğreniyorum yavaş yavaş. Ufkumun genişlediğini hissedebiliyorum. Deliler gibi hayatın benim için önceden belirlenmiş amacını aradığım günler geride kaldı. Bazı gerçekleri kabullenmek hâlâ güç ve hep öyle kalacak. Hâlbuki iyi ya da kötü; tepemde beni yönlendiren bir ebeveyn varken her şey ne kadar da kolaydı…

Yakın zamana kadar ufak tefek gelecek planlarının yanında hayata dair, insanlık adına ulaşmak istediğim yegâne hedefti bilim ile dini ortak bir noktada buluşturmak. Dinî bilgilerden de faydalanarak düşünmek, bilimsel çalışmalar yapmak, geçerliliklerini gözler önüne sermek istiyordum. Sonuç ne olursa olsun kazanan insan olacaktı; bir birey değil, bir bütün olarak. Şimdi anlıyorum da ne kadar naif bir hayalmiş, kendi içinde nasıl çelişkiler barındırıyormuş ki daha ilk aşamadan paramparça oldu. Düşünen, sorgulayan, bir şeyleri anlayıp açıklamaya çalışan ve bunu dürüstçe yapan bir insanın hangi yolu seçeceği bundan daha açık olamazdı.

Hepimiz aynı düzenin bir parçasıyız ve hemen içimizde başlı başına bir parça düzen var. “Kendini bilmek” de bu değil mi? Varlığımızı bütünlüğüyle algılayabilmek…

Gerçeklere ulaşmak için özgürce düşünüp düşüncelerimizi dürüstçe ifade edebilmemiz, geçmişe ait inanışlar günümüzde tuhaf anlatılara dönüşürken bugün nelere inandığımıza yarının çerçevesinden bakabilmemiz gerek. Aklımızdaki boşlukları inancımızla, inancımızdaki boşlukları yine aklımızın bir diğer köşesinden çıkan yorumlarla doldurmaya lüzum yok. Kendimizi veya başkalarını -beyaz yalanlarla da olsa- kandırmaya çalışmaya, insani değerleri insanüstü varlıklara dayandırmaya… Zamanla ne dünya, ne güneş, ne de diğer milyarlarca ve milyarlarca yıldızın bizim etrafımızda dönmediğini anladıysak, diğer tüm canlıların ya da kuzenlerimizin arasındaki -kimine göre aşağılayıcı, kimine göre olağanüstü- yerimizi kavradıysak, sınırlarımızın ve acizliğimizin daha önce hiç olmadığımız kadar farkındaysak, buna rağmen düşünmekten, sorgulamaktan ve ilerlemekten vazgeçmiyorsak, başka bir şeye ihtiyacımız var mı?

Yok elbette. Kâinat ile aramızda bir aracıya da ihtiyacımız yok, hiç olmadı. Kusurlu olanı sevmek de en az gerçekleri kabullenmek kadar güç ve bu düzen içindeki düzen değişmedikçe hep öyle kalacak. Hâlbuki mükemmel bir varlığın hayalini kurup ona âşık olmak ne kadar kolaydı…

Comments

  1. desqpio

    hoş geldin eren, mutlu yıllar.

  2. erengy
    Bugüne ancak bugün, yirmi iki yaşına bastığımda mı gelmem gerekiyordu sahiden?

    Yirmi iki yaş o kadar geç değilmiş doğrusu. Aksine, o yaştaki halimi bugün takdir ediyorum.

    Kâinat ile aramızda bir aracıya da ihtiyacımız yok, hiç olmadı.

    Burada "hiç olmadı" derken ihmalkâr davranmışım, geçmişi günümüzün koşullarına göre yargılama hatasına düşmüşüm. İnsanın evreni anlama çabası iki günlük mesele değil, dolayısıyla bu konudaki fikrim değişti. Sadece, bugün artık daha az bahanemiz var.