Bilgi kirliliğine karşı bireysel mücadele
Türkiye halkı duygusal bir süreçten geçiyor ve o davetkâr sele kapılmanın birtakım yan etkileri var.
Şunu aradan çıkaralım: Dezenformasyon dendi mi, hâşâ, kimse iktidarın eline su dökemez. 31 Mayıs’ta yapılan basın açıklamasında İstanbul Valisi onca laf kalabalığının ve bir türlü yolunu bulamayan cümlelerin arasında düpedüz yalan söylüyordu. Üst kademelerde de durum pek farklı değildi: Başbakan’ın ulusa seslenişi (ulus o sırada birazcık meşguldü), ertesi günkü konuşmasında sarf ettiği duyarsız, şuursuz, çirkin sözler…
Televizyonu açıp baktığınızda, onlarca ulusal kanalda gün boyu magazin programlarıyla, yerli dizilerle, eğlenceli komikli şakalı görüntülerle karşılaşınca hiç şaşırdınız mı? Her şeye rağmen insanlar uyumadı ve haberleri yaymanın bir yolunu buldu. Fakat yeni medya kanalları geleneksel olanın yerini alacaksa eğer, doğru bilginin aktarımını önemsiyorsak, hepimizin habercilik etiğinden nasiplenmesi ve sorumluluğu paylaşması gerekiyor. Her kafadan ayrı sesin çıktığı bir düzende en büyük sorunlardan biri, o kalabalıkta kaybolmadan güvenilir bilgiye ulaşabilmek.
Kasıtlı ya da kasıtsız, yanlış bilgilendirmenin önüne geçmek için nelere dikkat etmeli, örneklendirelim:
Bardağı taşıran son damla olarak ölümler
31 Mayıs boyunca öldüğü duyurulan hemen hiç kimse, ağır yaralı da olsa, ölmedi. İçlerinden sadece birinin ölümü kesindi, fakat o da başka sebeptendi. Özellikle bu tarz ciddi haberleri teyit etmeden asla yaymayın. Ve hayır, bir ya da birden fazla ünlünün retweet etmiş olması haberi gerçek yapmaz. Onlar da insan, onlar da aynı hataya düşüyor.
Köpeğe sıkılan biber gazı ve eli kırılasıca polis
Geçen yıl Müslüman katliamına dikkat çekmek için kullanılan ve yıllar öncesinden aşırılmış o fotoğraf gibi, bu fotoğraf da sahteydi. Görüntü kalitesi düşürülerek kişilerin sırtındaki yazı okunmaz hale getirilmişti. Polisin (elbette tüm polisleri kastetmiyorum) adiliğine dair yeterince delil var, dahasını uydurmaya lüzum yok sanıyorum. Diğer yandan bu tarz sahte resimler kimileri tarafından direnişi gözden düşürmek için koz olarak kullanılıyor. Hatta doğrudan onlar tarafından bu amaçla üretildiği dahi düşünülebilir. Pabuç bırakmayınız.
”Faydalı” bilgiler
Birbirine destek olmak için ipuçları paylaşanlara minnettarız, fakat bazı bilgiler faydalı olmak bir yana ne yazık ki tamamen saçmalıktı. Örneğin biber gazının gözünüzdeki lensi eriteceği söyleniyordu, doğru değildi. Benzer şekilde, kullanılan nemlendirici krem veya yapılan makyajın, biber gazının gözeneklere girişini kolaylaştırdığı da uydurmaydı. Bilip bilmediğiniz konularda paylaşım yapmayın, insanların sağlığıyla oynamayın… desem mesela, bana inanır mıydınız? Doğruyu söylemek gerekirse az önce yazdıklarım hakkında benim de hiçbir nesnel bilgim yok. Sadece, bana öyle geliyor. Umuyorum ki bu tarz şeyleri güvenilir kaynaklardan gelmediği ya da kanıt sunulmadığı sürece doğru kabul etmezsiniz.
Direnişçileri yıldırmaya yönelik yanlış bilgiler
“Dikkatli olun, polis artık gerçek mermi kullanacakmış” gibi söylentileri kabullenmeden, yaymadan önce akıl süzgecinden geçirmekte fayda var. Göstericilere müdahale için neden biber gazı ya da tazyikli su kullanılıyor sanıyorsunuz? Uzak mesafeden rahatsız ederek geri çekilmeye zorlamanın, yormanın, bıktırmanın, dolaylı şiddet uygulamanın “barışçıl” birer yolu çünkü. Şimdiye kadar kopana küçük kıyamet desek, gerçek mermi kullanıldığında başa gelecek olanı bir düşünün… Bu söylenti, “canını seven kaçsın” demenin bir diğer yoluydu ve halkı korkutup dağıtmaya yönelik daha nicesi dolanıyordu ortalıkta.
Geniş ifadeler, genellemeler
Azımsanamayacak, hatta tüyleri diken diken edecek kadar insan ayağa kalktı, yürüdü, direndi. Fakat örneğin “bütün İstanbul yanımızda” gibi ifadeler kullandığınızda, abartılı söz sanatının ötesinde yanlış bir izlenim bırakabiliyorsunuz. Hükümet tek başına tüm halkı karşısına almış değil; onu destekleyen birçok vatandaşın hareketi nasıl da görmezden geldiğini #provokasyonagelmiyoruz gibi hashtag’lerden takip ettik. Sadece huzurunun kaçtığından yakınanlar bir yana, hareketi küçümseyen ve marjinalleştiren çok sayıda insan var ve onları yok saymak yanlış olur.
Hükümet istifa!
“Protesto 48 saat sürerse hükümetin istifası istenebilecek” deniyordu hani. Kabaca söylemek gerekirse, yok böyle bir dünya. Hem istense ne olacak? Ne denli kök saldığından bihaber, ya da aksini düşünecek kadar naif miyiz? Bu hükümet bir şekilde devrilse yerine gelecek doğru düzgün kaç insan var ki mecliste? Eh, o ayrı bir tartışmanın konusu tabii.
Ve diğerleri…
@ntv_sondakika hesabı da, İbrahim Kutluay’ınki de sahte çıktı biliyorsunuz. Beyazıt Öztürk’ün Kanal D’deki programının yayından kaldırıldığı haberi de doğru değildi; seyirciler direnişe gidince o günkü yayın iptal edilmişti sadece. Polisin portakal gazı kullandığının CNN International tarafından doğrulandığı iddia edildiğinde kaynak gösterilen haber, sitenin iReport adlı kolektif köşesine herhangi bir kullanıcı tarafından girilen bir yazıdan ibaretti… Bazı haberler size kendinizi iyi hissettirebilir ya da sevmediğiniz bir oluşumu kötüleme fırsatı yaratabilir. Bu, o haberlerin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Paylaşmadan önce iki kere düşünün ve kontrol edin. Sadece sıradan kullanıcılar değil, yüz binlerce takipçisi olan ve dolayısıyla daha dikkatli davranması gereken ünlüler de bu hataya düşüyor ne yazık ki.
Son olarak, herkesten birkaç adet ufak ama önemli ricam var.
Yukarıdaki örnekler ışığında, lütfen önünüze geleni retweet etmeyin. Sosyal medya uzmanı değilim (gerçi, öyle geçinen bir sürü başka insan da değil) ve Twitter’ın en etkili kullanım yolu hakkında net bilgim yok doğrusu. Fakat inanıyorum ki herkesin her şeyi retweet etmesinden daha ideal bir yol bulunabilir. Özellikle ciddi iddialar içeren tweet’leri herhangi bir doğrulama olmaksızın yaydığınızda bilgi kirliliğine siz de katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Kaynağı neresi olursa olsun, yalan haberler pek çok kez iyi niyetli fakat sorumsuz insanlar tarafından yayılıyor.
“Birkaç yalan haber de ben uydurayım, davamıza destek olur” diye düşünüyorsunuzdur belki. Yapmayın. Bilgi kirliliğiyle, ortamı daha da fazla bulandırarak mücadele edemezsiniz. Elinizdeki ateşi bırakın ve süreci mümkün olduğunca şeffaf ve dürüstçe yürütün.
Ders alın. Hükümet yanlısı olsun ya da olmasın, çoğu anaakım medya kanalında dönenleri bu örnekle sınırlı sanmayın. Şimdiye dek böylesine bariz olmasa da birçok örneğini gördük, görmeye de devam edeceğiz. Şüpheci olun. Araştırın. Gizlenen ya da çarpıtılan daha pek çok gerçekle karşılaşacaksınız (işi abartıp komplo teorilerine sarmayın).
Takip ettiğiniz haber kaynaklarını değiştirin. Mümkün olduğu surette bağımsız yayınlara yönelin. Size düpedüz ihanet eden gazeteleri satın almayın, televizyon kanallarını izlemeyin, internet sitelerine tık kazandırmayın. Bırakın hepsi kendi kokuşmuş gazeteciliğinde boğulsun. Emrin büyük yerden geldiğini sananlara esas büyüklük nasıl olurmuş gösterin. Ve mutlaka bu yayınların reklam verenlerine de tepkinizi belirtin. Markalarının tepki çeken bir yayın organıyla ilişkilendirilmesinden hoşnut kalmayacaklardır.
Açıkçası bu işin nereye varacağını şu an kestiremiyorum; yıllar boyunca apolitik bir yaşam sürmüş olmamdandır belki. Fakat biliyorum ki sosyal hafızamızı yitirdiğimiz, bugün yaşananları iki gün sonra unuttuğumuz takdirde işimiz iş değil.
Böylesine büyük bir olayı kendine yontmaya, hatta üzerine yatmaya çalışacak gruplar, partiler olabilir. İzin vermeyin. Bu hareket bir sivil toplum hareketidir. Bu direniş Türkiye halkının direnişidir. Kökenine, inancına, yönelimine bağlı olmaksızın herkesin direnişi, herkesin tepkisi… Yarı yolda bırakmak da, başka bir şeye dönüştürmek de, yalanlar içinde kaybolup gitmesine izin vermek de bu mücadeleye katılan herkese -en hafif ifadeyle- ayıp olur.